Akdeniz’in yıldızı: Sicilya 1.Bölüm

GEZİ-SEYAHAT

Akdeniz’in beş milyon nüfuslu bu en büyük adasında Nicosia isimli bir de kasaba var

Barrie Savory’un The Good Back Guide – İyi Sırt Kılavuzu kitabında bel ve sırt ağrılarının nedenlerini değerlendirirken insan neslinin yaptığı tarihsel iki hatayı şöyle sıralıyor:

1. İnsanın ayağa kalkıp iki ayak üstünde yürümesi.

2. Doğal çevresini ve ona uygun yaşamını terketmesi.

Böylece iki ayak üstünde ve olması gerekenin dışında bir yaşam tarzıyla tüm ağırlığımızı belimize verip diğer yandan da sürekli oturan vücut yaşamına geçerek bel adalelerini hareketsiz bıraktık. Bunları anlatmamın nedeni Akdeniz’in yıldızı ve en büyük adası Sicilya’ya uçarken iki saat kırk dakika sürecek seyahat boyunca bel ağrısından kıvrandığım içindir. Savory’un dediği gibi fazla oturmak veya fazla durmak insanoğluna pek yaramıyor.

   

Sicilya adasının başkenti Palermo’ya iniyoruz. Arabayla şehre doğru yol alırken bu üç yanı dağ bir yanı deniz büyük bir Limnidi diye düşündüm. Şekil olarak köyüm Limnidi’ye benzese de belki de on kez, yüz kez büyük. Betonarme binalar çarpıyor gözüme. Bazılarının beton iskeleti tamamlanmış, tuğlası örülüyor. Kıbrıs’ta da böyle, beton iskelet, tuğla ve sıva. Sıvaya birkaç el boya ve oluk sistemi de her evde yok. Apartmanların her katından balkonlar sarkıyor. Sanki Ankara Asfaltı’ndan İzmir’e giriyorsunuz. Şehir merkezine girince güzel binalar ve sokakların temizliği göze çarpıyor. Ayrıca bu güzelliği bozan yolların alabilecağinden fazla arabanın yollardaki karmaşası göze çarpıyor. Bir anlamda Napoli ve İstanbul trafiğini aratmayacak bir yapının farkına varırsınız. Bu trafik karmaşasını tamamlamak için kaldırımlar da arabalarla doldurulmuş. İnsanlarsa denizin öbür yanında görülebilecek mesafedeki İtalya’nın kuzey, orta veya güneyindeki insanlardan daha koyu tenli ama daha cana yakın.

Günde ortalama dört oteli ziyaret ediyoruz. Bu, bizim Sicilya’ya geliş amacımız. Adanın tüm çevresine yayılmış kasabalarda yer alan otelleri gezeceğiz.

    

Adanın kuzeyinde iki şehir içi ve iki şehir dışı otelini ziyaret ediyoruz. Bu dört yıldızlı şehir içi otelleri mükemmel bir yapıya sahip. Binalar mükemmel yapılmış. Otellerin biri dağlık bir arazide yer alan bir manastır. Mükemmel bir şekilde restore edilmiş, salonu, kilsesi, odalarıyla ve seksen kişinin sürekli çalıştığı bağlarıyla ve hatta kendi ürettiği şarabıyla anlatılması imkansız güzel bir yer. Diğer şehir dışı otel ise su değirmenine eklemeler yapılarak modern bir yapı oluşturulmuş. Araba parkını örten paneller güneş enerjisini yirmi kilovatsaat elektrik enerjisine çevirip otelin tüm dış ışıklarını ve hatta içerideki enerjisine de katkı yapıyor. Yakın bir mesafede Cefalu adında bir antik deniz kasabası var. Milattan Önce 396 yılına kadar uzanan mazisiyle, onikinci asır katedraliyle çok ilginç bir yer. Kasabanın adı Yunanca Kefale (kafa, baş) kelimesinden geliyor. Uzaktan bakıldığı zaman kasabanın üst başından denize doğru asılan baş şeklinde bir kaya göze çarpar. Zamanında Yunan egemenliğine de girmiş. Kasaba merkezine tırmanırken pamuk ağacına rastlıyoruz. Daha önce pamuk tarlalarını Türkiye’de görmüştüm ama bu kadar büyük bir agaçta pamuk görmemiştim. Cefalu’nun merkezine varınca şaşkınlığa uğradık. Bu güzel Mayıs gününde koca bir kalabalık, katedralin önündeki meydanda ve ana caddede günün tadını çıkarıyor.

     

Beş günlük gezide toplam yirmibir oteli gezdik. Bu oteller içinde masseria ve bagliolar yer almaktadır. Masseria, eskiden işverenlerin, bagliolar da çalışanların yaşadığı binalardı. Konakladığımız otellerin bahçelerinde zeytin, babutsa, narenciye ve yenidünya ağaçları başta olmak üzere birçok Akdeniz bitkisi vardı. Adanın doğusundaki Naksos kasabasında konakladığımız otelin bahçesindeki yenidünyaların tadmaktan kendimi alamadım.

Adanın güneybatısında Agrigento kasabasında konaklamaya giderken denizde küçük bir ada gözüme çarptı. Ne kadar da köyümdeki Pedra’ya benziyor diye düşündüm. Agrigento’ya varmadan hemen önce tepeler üzerinde tarihi kalıntılar gözümüze çarptı. Sonradan adının ‘Tapınaklar Vadisi’ diye adlandırılan eski Yunan kalıntılarının Milattan Önce altıncı asra ait olduğunu öğrendik. Tapınaklar Vadisini gezmek için ancak bir saat ayırabildik.

Sicilya’nın ortalarında ilerlerken bu halkın bu kadar zeytin ağacını ve bu kadar bağ fidanını nasıl ekebildiğini, nasıl damlama sulama ile sulayabildiğini anlamaya calıştım. Bu halk değil mi koca Avustralya’ya ilk göç eden Akdenizliler, Avustralya’yı zeytin ve üzümle tanıştıran ve koca kıtayı şarap ve zeytinyağı ülkesi yapan. Çift şeritli yolda giderken ansızın Nicosia diye bir levhaya gözümüz takılıyor. Nicosia bir kasaba. Heyacan duyuyoruz ve yola devam ediyoruz. Nicosia’ya gitmeye vaktimiz yok.

Adanın tüm sahil şerini arabayla dolaşırken edindiğim izlenimlerin bir tanesi de yolların genellikle çift şeritli ve muntazam olduğu, sayısını tutmanın zor olduğu köprü ve tünellerin oluşuydu. Bu mükemmel alyapı karşısında Kıbrıs’ın sınıfta kaldığı söylenebilir. Akdeniz’in yıldızı olsa olsa Sicilya’dır diye düşündüm.

Yazar Tözer Karafistan’ın “Yüz ellinci yılında İngiltere Türkçe Gazeteleri – 1867 – 2017” kitabını edinmek isteyenler, tozerkarafistan@outlook.com adresinden sipariş edebilirler. Ederi, posta ücreti dahil £12.00.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.