2022-11-15 11:38:08

Çocuk Edebiyatı

Buket Işıkdoğan Köse

bktks06@gmail.com 15 Kasım 2022, 11:38

Oyun arayışında olan çocuk için eğlenmek önemlidir. Çocuk edebiyatı da çocuk için bir eğlence aracıdır.

  Okul öncesi dönem çocuk edebiyatının, eğitim programlarını destekleyici özelliklere sahip kitaplar olması çok önemlidir. Çünkü; çocuklarımızın hayat, duygu ve düşüncelerine güzel etkiler bırakarak, onları yaşama hazırlamak zorundayız. Bu doğrultuda hazırlanmış yazılı ve sözlü eserler, çocukların değişik yaşlarda ilgi duydukları konular doğrultusunda ortaya çıkarlar.

  Sosyal ve duygusal gelişimlerin desteklenmesi, zihinsel gelişime katkı sağlaması çocuk kitaplarının önemini bir kez daha bizlere göstermektedir. Doğru bilgiler ve mesajlar veren, sade dille yazılmış, konuyu anlatan çizimlerin çocukların sevebileceği, huzur ve mutluluk veren, hayal dünyasını geliştiren içeriklerde olması da oldukça önemlidir.

  Bizlerin çocuk yaşlarımızda kitaplarla buluşmamız masalları önce sözel yani dinleyerek, daha sonra renklerle ve resimlerle buluşarak görsel ve dokunsal algılarımızla deneyimleyerek olmuştur.

  Masallar evrenseldir. İşlendikleri konular her zaman aynı etki ve duyguyu yaratır. Masallarda genellikle iyilik, kötülük, doğruluk, haksızlık, adalet konuları hayali kahramanlar üzerinden bizlere aktarılır. Kahramanlar bazen hayvanlardır, bazen devlerdir. Zaman ve mekân kavramı yoktur. Mekân adı olarak genellikle ‘Hint, Yemen, Kaf Dağı’’ kullanılmaktadır.

Masal türünün Hindistan’da doğduğu da söylenir.

  Pinokyo, Bremen Çalgıcıları, Kırmızı Başlıklı Kız, Küçük Deniz Kızı, Hansel ve Greter, Kül Kedisi, Çizmeli Kedi, Andersen Masalları evrensel masallara verebileceğimiz en iyi örneklerdir.

 Türk edebiyatının en ünlü masalları Kel oğlan Masalı, Dört öğüt, Korkak Adam ve Devler, Kurnaz Kurt, Gökten Düşen Üç Elma örnek olarak verilebilir.

  Kısacası iyi bir çocuk kitabı, çocuğun ilgi ve ruhsal ihtiyaçlarını karşılayan fakat her şeyden önce çocuğun zevkle okuduğu eserlerden oluşmalıdır.

  Yazıma Türk edebiyatına ait bir masalla son veriyorum.

 

 

Keloğlan ile Sihirli Kuş Masalı

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, kuşlar tellal iken, kuzular berber iken, bir masal ülkesinde Gülyüz denilen, gül yüzlü, güler yüzlü bir kız varmış. Gülyüz, bir padişah kızıymış. Bir gün gergefini kurmuş, nakış üstüne nakış işliyormuş has bahçede derken, görülmemiş güzellikte, gerdanı kınalı, gözleri zümrüt, gagası mercan bir kuş gelmiş, gergefin üstüne konmuş. Gözlerini kızın gözlerine dikmiş, başlamış içli bir ezgiyle ötmeye..

Gülyüz, sanki büyülenmiş gibi ayıramamış gözlerini kuştan Neden sonra incili ipek çevresini kaldırıp atmış kuşun üstüne. Kuş, çevreyi mercan gagasıyla kaptığı gibi “pırr” diye kanat çırpmış, uçup gitmiş. Kız da arkasından bakakalmış. O günden sonra Gülyüz Sultan, her gün has bahçeye iner, özlem dolu gözlerle kuşu bekler dururmuş. Ama ne çare. Bu göz kamaştırıcı kuş bir daha görünmemiş. Küçük sultan ise kuşu bir türlü aklından çıkaramıyormuş. Kuşun özlemiyle günden güne sararıp solmuş Ülkenin tüm hekimleri, padişah kızının derdine çare bulmaya çalışıyorlarmış. Onlar çalışadursunlar, biz haberi Keloğlan’dan verelim.

Keloğlan, Gülyüz´ün çevresini kuşattığı günlerde yine yayan yapıldak dağ bayır dolaşır dururmuş o yörelerde. Dağlar aşmış, dereler geçmiş, çıkınındaki azığı tükettiği bir gün bir garipçe kuş gelmiş, yorgun kanatlarla bir çalı dibine atmış kendini. Keloğlan sevinmiş, “Kısmetim ayağıma geldi tutar, kızartır, yerim” demiş içinden. Usulca sokulmuş. Külahını atmış üstüne, kuşu tutmuş Bir de ne görsün? Ağzında sırma işlemeli incili bir çevre.

Keloğlan şaşmış kalmış. Bu göz alıcı renklerle bezeli kuşu kesip yemeye kıyamamış. Ağzına su akıtmış, “Bu kuş, yuvasına her zaman inci mercan götürüyorsa yaşadık” demiş. İzleyip yuvasını bulmak için kuşu salıvermiş. Kuş uçmuş, Keloğlan koşmuş; kuş uçmuş, Keloğlan koşmuş. Derelerden sel ile, tepelerden yel ile, gitmiş kuşun ardından, başındaki kel ile Sonunda, vara vara cennete eş, bin bir renkli bir bahçeye varmışlar. Kuşu kaybetmiş bahçede ama kendini kaybetmemiş Keloğlan Bahçeyi geçmiş, bir altın saray çıkmış karşısına. Saraya girmiş Kimseler yokmuş içeride.

Keloğlan şaşkın, “Buranın elbette bir sahibi vardır” diye geçirmiş içinden. Dönmüş dolaşmış, bir kapıyı açmış. Bir yemek odası görmüş. Ne isterseniz varmış sofrada. Canı çekmiş Keloğlan´ın Elini uzatıp da bir lokma alacak olmuş: “Yerse önce Murat Şah yer!” diye eline bir kepçe vurmuşlar. Birden Keloğlan’ın eli şişmiş. Ne vuranı görmüş ne söyleyeni. Korkmuş Keloğlan, “Periler sarayı olmasın burası,” diye çıkıp kaçacağı sırada bir kanal sesi çalınmış kulağına. Hemen bir dolaba girip saklanmış. Biraz sonra o gerdanı kınalı, kanadı nakışlı kuş gelmiş Odanın ortasındaki su dolu altın leğenin içine dalmış İnanamayacaksınız ama, bir silkinmiş tüyünü teleğini dökmüş, civan bir delikanlı olmuş.

Keloğlan gördüklerine inanamamış da olanlara akıl erdirmeye çalışırken delikanlı koynundan o incili çevreyi çıkarmış. Hem koklar hem de “Ah sultanım, nerelerdesin? Senin gözlerin de yaşlı mı şimdi?” diye gözyaşlarını silermiş. Bir süre ağlayıp söylendikten sonra yine kuş olmuş “pırr” demiş, uçup gitmiş. Keloğlan´ın ağzı açık kalmış. Hemen dolaptan fırlamış, kendini bu perili saraydan dışarı atmış. Arkasına bile bakmadan oradan kaçmış Sihirli bahçeyi geçmiş, alaca karanlıkları aşmış, düze ulaşmış. Az gitmiş, uz gitmiş; dere tepe düz gitmiş. Derken bir yerlere gelince bakmış ki bir kalabalık, bir kıyamet. Sokulmuş Keloğlan da ne oluyor, diye. Burası bir hamammış. Ülkenin padişahı, kızı Gülyüz Sultan´ın derdine çare bulamamış da bu hamamı yaptırmış.

Dört bir yana da haber salmış “Her kimin başından ilginç olay geçmişse gelsin anlatsın, hamamda da bedava yıkansın.” Demiş Keloğlan, başından geçen hikayeyi Padişah’a anlatmış. Padişah: “Hamamı sana bağışladım. Ne olur bana oranın yerini göster!” diye yalvarmış Keloğlan´a. Böylece sihirli kuşun yoluna az gitmişler uz gitmişler; sonunda Keloğlan bin bir renkli o sihirli bahçeyi bulmuş. Altın sarayı Gülyüz Sultan´a göstermiş: “Asil görüp şaşacaklarına içeride sultan bacı Hadi oyalanmadan girelim saraya” demiş ama Gülyüz, Keloğlan´ı tehlikeye atmak istememiş. Helalleşip ayrılmış; altın saraya girmiş, dolaba saklanmış. Biraz sonra, sihirli kuş gelmiş, silkinmiş, civan yapılı bir genç olmuş. Sultanın çevresini çıkararak “Bu çevreyi işleyen eller sağ mı? Bir daha sultanımın yüzünü görebilecek miyim?” diye ağlayıp mendille gözyaşlarını silmiş. Kız hemen koşmuş, delikanlının kollarına atılmış. Meğer bu delikanlı da insan soyundanmış. O da bir padişah oğluymuş Murat Şah´mış adı. Masal buya nasıl olmuşsa perilerin ağına düşmüş bir gün. Bir daha da kurtulamamış tılsımlarından; Onu seven bir ihsan eli, eline değinceye dek bozulmamış tılsım. Sultan ona sevgiyle sarılınca tılsım bozulmuş, periler ülkesinden birlikte kaçmışlar. Kırk gün kırk gecelik düğünleri kurulmuş Mutlu bir yaşama başlamışlar.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.