2021-03-01 20:30:00

Kafkas Tebeşir Dairesi Ve Sevginin Emeği

Reyhan Algül

reyhanalgul@gmail.com 01 Mart 2021, 20:30

Brecht'in 1944'de yazdığı ve Epik Tiyatro'nun en iyi örneklerinden biri kabul edilen Kafkas Tebeşir Dairesi benim de en sevdiğim oyunlardan biridir. Bu oyun; eski bir Çin efsanesini temel alır. Efsaneye göre iki kadın, yargıcın karşısına bir çocukla beraber çıkarlar. İki kadın da ısrarla çocuğun, gerçek annesi olduğunu iddia etmekte ve çocuğun kendisine verilmesini istemektedir. Yargıç tebeşirle bir daire çizip çocuğu ortaya koyar ve hangi anne çocuğu daha çok istiyorsa kolundan kuvvetlice çekmesini söyler. Anne olduğunu iddia eden kadınlardan biri can-hıraş çocuğun koluna asılırken diğer aday hiçbir şey yapmaz. Yargıç ona döner ve “Hani bu çocuğu istiyordun” diye sorar. Aday şöyle yanıt verir: “Evet istiyorum ama onun canını yakacak bir şeyi asla yapamam”. Bunun üzerine yargıç, çocuğu ona kıyamayan bu anne adayına verir ve gerçek sevginin emek olduğunu söyler. Brecht bu efsaneyi emek-mülkiyet düzlemine taşıyarak "Doğuran mı anadır yoksa büyüten mi" sloganından çok daha fazlası haline getirmiştir. Oyunu okumanızı ya da fırsat olursa izlemenizi öneririm. Oyunun temasının verdiği ilhamla sevgi emektir ama nasıl bir emektir konusunu biraz açmak istiyorum.

Bir uçta, aşırı emekçiler yani ilişkilerine yapışanlar var. Bu insanlar saçını süpürge etmeyi, bir ilişkinin içinde eriyip gitmeyi emek olarak değerlendiriyorlar. İnsan kendi değerini, başkası üzerinden inşa ettiğinde; çok seviyorum/çok seviliyorum tuzağına düşüyor. Kendini öteki üzerinden iyileştirebileceğini sanıyor. Bu yüzden yapıştıkça yapışıyor ilişkisine. Bittiği zaman boşluğa düşüyor, nefessiz kalıyor adeta. Diğer uçta ise emek vermeden ilişki yürütmek isteyenler var. Çabuk tüketilen, derinliksiz günümüz ilişkilerini buna iyi bir örnek teşkil ediyor. Bağlanamıyorum sözünün arkasına sığınarak ergenliklerine devam eden yetişkinlerin sayısı hiç de az değil. Bu insanlar yalnız kalmamak için yara bandı ilişkilere koşup duruyorlar.

Thich Nhat Hanh ”Sevmeyi bilmeden sevmek, sevdiğimiz insanı incitir” der. Çok güzel bir tanımlama olmakla beraber buna bir de, sevdiğimiz insana dikkatimizi vermeyi de ekleyebiliriz. Sevgi dikkatin kalitesidir, sözüne yürekten inanıyorum. Dikkat etmeden sevmek hep biraz eksik kalıyor. Kişi, birini sevme fikrine o kadar odaklanıyor ki karşı tarafı adeta unutuyor, dikkat edemiyor. Seviyor ama dikkatsizce, özensizce, boğarak seviyor. Oysa olgun ve bilinçli bir şekilde sevmeyi öğrenen insan, çocuğun kolunu çekemeyen o anne gibi nerede bırakmak gerektiğini de bilir çünkü sevgi hunharca olduğunda, anlamını yitiriyor.

Birçok insan çok sevildiğini sandığı ya da buna inandığı için yıpratıcı bir ilişkinin içinde kendini ve zamanını kaybediyor. Daha kötüsü yaşama sevincini de. Sevginin “sahiplenme” olduğuna inanan toplumlarda yetişen insanlar, sevginin aslında özgür bırakabilmek de olduğunu göremeyebiliyor. Aşk, arkadaşlık ya da çocuğumuzla olan ilişki olsun bütünleşmek, içiçe girmek yerine sınırlara ihtiyacımız var. Sınır sevginin de koruyucusudur. İşte bütün bu dengeleri ayarlamak, olgunluğun bileşenlerini oluşturuyor. Olgunlaşmayan sevgi, hırçın bir deniz gibi insanları yutuyor ya da arkasında kazazedeler bırakıyor.

Kafkas Tebeşir Dairesi söylencesinin yüz yıllardır anlatılması hiç de boşuna değil. Sevginin emeği ve o emeğin ne olması gerektiği konusunda hala bize çok şey öğrettiğini söyleyebilirim. Tabi anlamak ve üzerine düşünmek istersek.

İncitmeyen ilişkiler dilerim….

Uzman Klinik Psikolog Reyhan Algül

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.