2020-11-19 19:45:00

Kıymetli Bir Yaşam Dersi: Kintsugi

Reyhan Algül

reyhanalgul@gmail.com 19 Kasım 2020, 19:45

Rivayet odur ki 15. yüzyılda Japon komutan Ashikaga Yoshimasa’nın Çin’den gelen çok sevdiği bir çaydanlığı varmış. Bu çaydanlık bir gün kırılmış. Komutan çok üzülmüş ve tamir edilmesi için onu Çin’in en iyi ustalarına göndermiş. Çaydanlık geri geldiğinde komutan, kırıkların zımbalarla tutturulduğunu görmüş. Bunun üzerine Japonya’daki en iyi ustaları çağırarak onlardan çaydanlığı daha güzel bir şekilde tamir etmelerini istemiş. Ustalar, tamir izleri gizlemek yerine, altın tozu kullanarak izleri vurgulayacak şekilde onarmışlar. İşte Kintsugi böyle doğmuş.

Japoncada ‘kin’ altın, ‘tsugi’ birleştirmek, yamamak anlamına gelir. Kintsugi; kâse, çömlek, vazo, seramik gibi şeylerin kırıldıkları yerlerden altınla (veya gümüş, platin, bakır gibi maddelerle) birleştirilmesi sanatına deniyor. Kintsugi kırılan şeyleri bir araya getirirken onları daha güzel hale getirmeye çalışmaz, hiç kırılmamışlar gibi tamir etmek de değildir amacı. Tam tersine izleri görünür kılar, onları belirginleştirir. Çünkü Kintsugi der ki; kırılan eşyanın değerini o kırıklar gösterir.

Japon kültürü içindeki pek çok kavramın arkasında, derinlikli bir felsefe olması bize başka tür düşünme ve algılama şekillerinin de mümkün olduğunu gösteriyor. Gerçi, Batı bu kavramları ‘well-being’ endüstrisinin hizmetine sunup umarsızca sömürüyor ama bu yazıda bunun üzerinde durmayıp Kintsugi’ye odaklanacağım.

Zaman, “kusursuzluk ve yenilik” zamanı. Görünümümüze istediğimizi yapabildiğimiz filtre programları, ‘FOMO’ yani gündemi kaçırma korkusuyla peşinde koştuğumuz deneyimler, fotoğraf çekebilmek için doğru açıyı bulurken yaşayamadığımız anlar, daha fazla ‘like’ ile ilişkilenen benlik saygılarımız var artık. Yapılan çalışmalar gösteriyor ki sebze-meyve seçerken bile kusursuz görünümlüleri tercih ediyoruz. Kusurlu olana tahammülümüz olmadığı gibi kendimizin de kusurlarına dayanamıyoruz. İçimizde bir ses veya bir yanımız yetersiz olduğumuzu, sevilmeyeceğimizi söyleyerek bizi eleştiriyor. Aslında, insan olmanın biraz da kusurlu bir var oluş olduğunu anlayamıyoruz.

İnsan hayatı açısından düşünürsek Kintsugi’nin kusurlarımızın, yaralarımızın, yaşanmışlıklarımızın bir tasviri olduğunu fark edebiliriz. Kusursuzluğu, mükemmelliği, daha fazlasına sahip olmayı, her şeyin bizim elimizde olduğunu öğütleyen; daha zayıf, daha güzel, daha genç, daha kaslı olmayı da öneren zamanın ruhuna karşı bir meydan okuma aslında. Kintsugi bizi kusurlu olanı kabul etmeye, onu kucaklamaya, içindeki güzelliği görmeye davet ediyor. Bu hem hayatı hem de kendimizi kabul daveti. 

Peki neden kendimizi kabullenemiyoruz? Neden hep eksik ve yetersiz buluyoruz? Cevabı geçmişimizde saklı. Yetiştiğimiz ailelerde sadece kendimiz olarak sevilmemişsek; bizi sevmeleri uslu, çalışkan, söz dinleyen bir çocuk olmamıza bağlı olduysa, yani koşullu sevildiysek ya da sevildiğimizi doğru düzgün hissedemediysek kendimiz gibi olmayı öğrenemiyoruz. Sevilebilir, kabul edilebilir olduğumuzu öğrenmeden, yetişkin oluyoruz. O yüzden neye sahip olursak olalım ağzımızdaki kekremsi tatla hayatı sindirmeye çalışıyoruz. Gizli ya da açık bir utançla hep değişmemiz gerektiğine inanıyoruz. Bazılarımız buradan bir dram çıkarıyor, bazılarımız ise o kırıkları onarmayı, onlarla büyümeyi, gelişmeyi seçiyor. 

Peki Kintsugi’den nasıl bir ders çıkabiliriz? Benim cevabım şu:

Kırılganlığımızla, yaşanmışlıklarımızla, izlerimizle gurur duyalım çünkü biz hepsiyle güzeliz.

Sizin cevabınız ne?

Kendimizi kabullenebildiğimiz zamanlar diliyorum….

Uzman Klinik Psikolog Reyhan Algül

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.